Sinirsel kaşıntı nasıl olur ?

Gonul

New member
Sinirsel Kaşıntı: Ruhun Derinlerinden Gelen Sessiz Bir Çığlık

“Arkadaşlar, geçen hafta yaşadığım bir şeyi paylaşmazsam içimde kalacak. Belki biriniz kendinizden bir parça bulursunuz…” diye başladı Selin, forumun “Sağlık ve Zihin Arası İnce Çizgi” başlığında açtığı yeni konuya. Yıllardır forumda yazan, hayatı mizahla anlatmayı seven bir kadındı ama bu sefer sesinde başka bir şey vardı: kırılgan bir samimiyet.

I. Bölüm: Kaşıntı mı, Yoksa İçimde Bir Sızı mı?

Selin anlatmaya devam etti:

“İlk fark ettiğimde bile tuhaftı. Sol kolumda küçük bir kaşıntı başladı; ne bir alerji, ne bir böcek ısırığı… Doktor ‘stres olabilir’ deyip geçiştirdi. Ama geceleri uyuyamaz hale geldiğimde fark ettim: Bu, bedenin değil, zihnin çığlığıydı.”

Forumda herkes bir anda yazmaya başladı. Kimisi “aynısını yaşadım”, kimisi “benimki egzama çıktı” dedi. Fakat satır aralarında ortak bir şey vardı: bastırılmış duygular, söylenemeyen kelimeler, yutulmuş öfke.

II. Bölüm: Sinirsel Kaşıntının Görünmeyen Tarihi

Sinirsel kaşıntı modern dünyanın hastalığı gibi görünse de aslında kökleri yüzyıllar öncesine dayanıyor. Eski Mısır papirüslerinde bile “ruh kaşıntısı” olarak geçen bir tanım var. Orta Çağ’da kadınların yaşadığı açıklanamayan kaşıntılar “histeri” olarak damgalanmış; erkeklerde ise “savaş sonrası sinir bozukluğu” adı altında gizlenmişti.

Toplum uzun yıllar boyunca bu fiziksel belirtileri “zayıflık” ya da “psikolojik hassasiyet” olarak değerlendirdi. Oysa sinirsel kaşıntı, beynin ve cildin ortak dilinde atılan bir imdat çağrısıydı. Beyinde stresle ilişkili kimyasallar (örneğin serotonin, histamin) ciltteki sinir uçlarını etkiler, kişi sanki görünmez bir el tarafından kaşınıyormuş gibi hisseder.

Selin bu bilgiyi forumdaki yazısına iliştirdi:

“Okuduğum bir nöropsikoloji makalesinde (Kaynak: Journal of Psychodermatology, 2018) bu durumun beyinle cilt arasındaki karmaşık iletişimden doğduğu anlatılıyordu. Yani aslında cildimiz, duygularımızın günlüğüymüş…”

III. Bölüm: İki Zihnin Diyaloğu — Strateji ve Empati

O gün Selin’in yazısına ilk cevap veren kişi Emre oldu. Mühendis, analitik düşünen bir adamdı.

“Selin, kaşıntı aslında çözülmemiş bir problem gibi geliyor bana. Ben böyle durumlarda sebebi listeleyip tek tek eliyorum. Stres mi? Uykusuzluk mu? Dengesiz beslenme mi? Birini bulunca rahatlıyorum.”

Emre’nin bu yaklaşımı çözüm odaklıydı. Oysa Selin’in derdi nedenini bulmak değil, anlamaktı.

“Bazen çözmek değil, hissetmek gerekiyor Emre. Belki de bedenim bana bir şey söylüyordur.”

Bu karşılıklı diyalog, forumdaki diğer üyeler için de dönüm noktası oldu. Kimileri Emre’nin planlı yöntemine sarıldı, kimileri Selin’in duygusal farkındalığına. Tartışmalar saygılı ama derinleşen bir hâl aldı. Erkekler daha çok strateji geliştiriyor, kadınlar ise birbirinin duygusunu aynalıyor; ama bu sefer klişelerden uzak, insanca bir dengeyle.

Bir kullanıcı şöyle yazdı:

“Belki de sinirsel kaşıntı, insanın kendine dokunamadığı yerden başlıyor.”

Bu cümle, başlıkta yüzlerce beğeni aldı.

IV. Bölüm: Toplumsal Aynalar

Sinirsel kaşıntı, sadece bireysel bir rahatsızlık değil; toplumun bastırdığı duyguların da yansıması. Günümüzde insanlar sürekli “dayanıklı, üretken, başarılı” olmaya zorlanıyor. Duygular bastırılıyor, stres normalleştiriliyor.

Bu baskı özellikle kadınlarda “duygusal yüklenme”, erkeklerde ise “duygularını bastırma” biçiminde ortaya çıkıyor. Her iki uç da bedende yankı buluyor.

Selin bunu şöyle özetledi:

“Toplum bizden sessiz olmamızı istedikçe, cildimiz konuşuyor. Her kaşıntı, bastırılmış bir söz gibi patlak veriyor.”

Forumdaki biri bu noktada tarihsel bir örnek paylaştı:

“İkinci Dünya Savaşı sonrası, erkek askerlerde sinirsel kaşıntı vakaları artmış. Kadınlarda ise savaş yıllarının baskısıyla içe kapanma sonucu benzer vakalar görülmüş.”

Yani mesele bireysel değil, kolektifti. Sinirsel kaşıntı, bir dönemin ruhunu anlatıyordu: sessiz stresin çağı.

V. Bölüm: Dokunmanın ve Dinlemenin Gücü

Bir akşam Selin, forumdaki sohbetin ardından kendi bedenine farklı bir şekilde dokunmayı denedi. Kaşınmak yerine, o bölgeye nazikçe bastı. Derin bir nefes aldı. “Ne söylemeye çalışıyorsun bana?” diye sordu kendine.

Ertesi gün yazdı:

“Kaşıntım hâlâ var ama artık savaşmıyorum. Onunla konuşuyorum. Her gece, iç sesimi dinliyorum.”

Emre buna cevaben:

“Ben de listemi bıraktım. Belki her şeyin çözümü yoktur. Bazen sadece dinlemek gerekir.”

Forum sessiz kaldı birkaç dakika. Ardından onlarca kullanıcı yazdı: “Ben de deneyeceğim.”

Bu, dijital bir topluluğun, birbirini iyileştirmeye başladığı andı.

VI. Bölüm: Ruhun Kaşıntısı, İnsanlığın Hikâyesi

Sinirsel kaşıntı, modern tıbbın gözünde sadece bir “psikosomatik belirti” olabilir. Ama insan hikâyelerinde çok daha derin bir anlam taşır: bastırılmış anılar, yutulmuş kelimeler, fark edilmemiş sınırlar…

Bir nörologun dediği gibi:

“Kaşıntı, beynin cilde yazdığı bir mektuptur.”

Ve o mektup, bazen bir yaşam çağrısıdır.

Selin son mesajında şöyle yazdı:

“Artık kaşınmıyorum. Sadece dinliyorum. Çünkü anladım ki bazen bedenin sesi, ruhun sessizliğinden daha yüksek.”

VII. Bölüm: Peki Ya Siz?

Siz hiç açıklanamayan bir kaşıntı yaşadınız mı? Belki stresle, belki bastırılmış bir duyguyla gelen…

Belki de farkında olmadan kendi ruhunuzu kaşımaya çalışıyorsunuzdur.

Forumun son satırında şu cümle duruyordu:

“Beden bazen konuşur, çünkü kelimeler susmuştur.”

Ve herkes, kendi cümlesini düşünmek için sessizliğe gömüldü.