Yeni mezun olan doktorlara ne denir ?

Gonul

New member
“Yeni mezun olan doktorlara ne denir?” sorusu mu masum, yoksa sistemsel bir turnusol mü?

Açık konuşacağım: Bu soru kulağa dil bilgisi merakı gibi geliyor ama aslında sağlık sisteminin sinir uçlarına dokunuyor. “Yeni mezun” dediğimiz tıp fakültesi bitirmiş kişiye “pratisyen hekim” mi diyeceğiz, “doktor” mu yetecek, “intörn” mü hâlâ, yoksa “asistan adayı” mı? Ben bu isim savaşının tesadüf olmadığını düşünüyorum; unvanın belirsizliği, yetki-sorumluluk çizgilerinin de belirsiz olmasına kapı aralıyor. Şimdi bunu açık yüreklilikle tartışalım: Unvanlar sadece kelime midir, yoksa sahadaki güvencenin ta kendisi mi?

Terminoloji boğmacası: “İntörn”, “pratisyen hekim”, “asistan”

Türkiye bağlamında tablo kabaca şöyle: Mezuniyet öncesi son dönemde “intörn doktor” denir; mezun olup diploma alındığında “pratisyen hekim” olunur; TUS’la bir eğitim kliniğine girilince “asistan hekim” ve uzmanlık bitince “uzman hekim”. Teoride net. Pratikte ise döner sermaye, performans baskısı, iş yükü ve kıdem kültürü bu çizgileri birbirine karıştırıyor. Yeni mezun bir pratisyen, kırsalda tek başına nöbet tutarken bütün sorumluluğu üstlenirken, büyük şehirde dev bir hastanede orkestradaki üçüncü keman gibi konumlandırılabiliyor. Unvan aynı; beklenti uçurum.

Provokatif soru: Eğer “pratisyen hekim” yeterli yetkinliğe sahipse neden bu kadar hızla “asistanlığa” itiliyor? Yok, eğer yeterli değilse neden tek başına nöbet?

Unvanın psikolojisi: Güven mi, gölge mi?

“Doktor” sözcüğü hasta için güven demek. Ama yeni mezun için bazen gölge: Koca bir beklenti kütlesi. İlk imza, ilk acil nöbeti, ilk kötü haber—hepsi aynı etikette. “Pratisyen” deyince akla “geçiş dönemi” geliyor ve bu, hem hastada hem kurumda bir ihtiyat frenine yol açabiliyor. İhtiyat iyi midir? Evet. Peki, sistem bu ihtiyatı eğitim ve eşlik eden mentorlukla destekliyor mu? Çoğu zaman hayır. Unvan tartışmasının ardındaki çıplak gerçek, eşlik ve gölgeleme (supervision) eksikliğidir.

Provokatif soru: Bir pratisyen hekimin imzasını toplum için “yeterli” kılan şey diploma mı, yoksa çalıştığı kurumun sağladığı mentorluk ve kaynaklar mı?

Risk, yetki, sorumluluk üçgeni

Yeni mezuna “doktor” dediğiniz anda, ona yetki verirsiniz. Yetki, sorumluluğu çağırır; sorumluluk da risk yönetimini. Bu üçgenin bir kenarı zayıfsa sistem kırılır. Bugün acillerde hız; ASM’lerde evrak; 112’de lojistik baskın. Yeni mezun, algoritmalarla ve kılavuzlarla ayakta kalmaya çalışıyor. Algoritmalar harika bir güvenlik ağıdır; ancak her algoritma varsayılarak yazılır—“sakin bir ortam”, “mevcut tetkik”, “ulaşılabilir danışmanlık” gibi. Gerçekte, bunların üçü birden çoğu zaman yok.

Unvan tartışmasının zayıf yönü de burada: Kelimeyi düzeltmekle gerçekliği düzeltmiş olmuyoruz. “Pratisyen” deseniz de “doktor” deseniz de, yalnız bırakılmış bir genç hekim aynı kırılganlıkla çalışıyor.

Toplumsal algı ve sınıf hiyerarşisi: “Doktor ama…”

Sahada bir alt metin var: “Doktor ama daha yeni.” Bu cümle, hem hastanın zihninde hem kıdemlinin dilinde dolaşır. Bir yandan “sabırlı olalım” çağrısıdır, diğer yandan “hata yaparsa fatura kime kesilecek?” kaygısı. İşte tam bu noktada kurum kültürü devreye girer. Kıdemli hekim-öğretim üyesinin tutumu, yönetimin nöbet planlaması ve hatalardan öğrenme kültürü—yeni mezunun “doktor” olarak kabul görüp görmeyeceğini belirler.

Provokatif soru: Hata olduğunda, kurumlar bireysel “yetersizlik” hikâyesine mi kaçıyor, yoksa süreç tasarımını mı masaya yatırıyor?

Erkek ve kadın yaklaşımlarını dengelemek: Stereotipi değil, güç dengesi

Sıklıkla atfedilen bir çerçeveyi tartışmaya açalım: “Erkek hekimler daha stratejik ve problem çözücü; kadın hekimler daha empatik ve insan odaklı.” Bu şemayı bir doğa yasası gibi görmek yanıltıcı ve tehlikeli; fakat pratikte ekiplerde algı düzeyinde böyle rol dağılımları yaşanabiliyor. Burada yapılması gereken, bu eğilimleri mutlaklaştırmak değil, tamamlayıcı güçlere dönüştürmektir.

— Stratejik/problem çözme odağı, triyajda, kaynak tahsisinde, baskı altında rasyonel karar vermeyi hızlandırır.

— Empati/insan odağı, hasta iletişiminde, kötü haber vermede, uzun vadeli uyumda kritik bir tampon görevi görür.

Denge nasıl kurulur?

1. Nöbet odasında rol netliği: Kim karar verir, kim iletişimi üstlenir, kim süreç takibini yapar—önceden konuşulsun.

2. Çift yönlü mentorluk: “Teknik akıl” ile “iletişim aklı” birbirini eğitsin. Yeni mezun erkek hekim, empati kasını kıdemli bir kadın hekimden; yeni mezun kadın hekim, kriz planlamasını kıdemli bir erkek hekimden öğrenebilir—ve tersi de mümkün.

3. Performansın iki yüzü: Sadece hız ve doğruluk değil, hastayla kurulan ilişki ve ekip uyumu da değerlendirme ölçütü olsun.

Provokatif soru: Performans puanlamasında empatik iletişim, hayat kurtaran bir “yumuşak beceri” olarak neden hâlâ tali bir satır?

Eğitimsel borç: Diplomanın ertesi gününde ne oluyor?

“Doktor” dediğimiz kişi dün öğrenciydi. Aradaki fark, bir gecede sihirli değnekle kapanmıyor. Mezuniyetten sonra ilk 6–12 ay, zorunlu bir “köprü yılı” olarak kurgulanmalı: yapılandırılmış süpervizyon, gerçek vakaya gölgeleme, düzenli vaka toplantıları ve hata analizi (adli değil, öğrenme odaklı). Bu köprü olmadan, unvan sadece bir etiket; sahada ise yeni mezun rüzgârda savrulan bir yaprak.

Kırsalın çıplak gerçeği: Unvan değil, yalnızlık belirleyici

Kırsalda “pratisyen” olarak tek hekimseniz, unvan tartışması lükstür. Orada belirleyici olan; oksijen tüpünün doluluğu, ambulansın geliş süresi, laboratuvarın çalışıp çalışmadığı ve telefonda ulaşabildiğiniz bir kıdemlinin varlığıdır. “Yeni mezun doktor” ifadesi, burada sorumluluk transferinin başka bir adıdır. Dolayısıyla, unvanın yanında minimum altyapı standardı ve zorunlu danışma hattı hukuken güvence altına alınmadıkça, kelime oyunlarının hastaya faydası yok.

Hastanın perspektifi: Etiket yerine şeffaflık

Hastaya güven veren, kartvizitteki sözcükten çok süreç şeffaflığıdır: “Ben hekimim, şu konuda yetkiliyim; şu noktada kıdemli meslektaşıma danışacağım; şu tetkik şu riski azaltır; şu semptom olursa hemen geri gelin.” Yeni mezun için bu cümleleri kurabilmek, hem özgüven hem de kurum kültürü meselesidir. Hastanın da bilmesi gerekir: Tıpta hiyerarşi, kibir için değil, güvenlik için vardır—idealinde.

Provokatif soru: Hastaya “kime, ne zaman danışacağım”ı standart bir metin gibi açıklamak, neden hâlâ kişisel çabaya bırakılıyor?

Peki, “ne denir?”in politikası

Benim net cevabım: “Yeni mezun doktor” = “pratisyen hekim”. Bu, küçültme değil; tıp mesleğinin temelini sırtlayan, geniş tabanlı bir hekimliktir. Ancak bu unvanı telaffuz ederken, sahada karşılığını da talep etmeliyiz: denetimli yetki, garanti mentorluk, taşrada erişilebilir kıdemli danışma hattı, performans ölçütlerinde iletişim ve etik boyut.

Unvanı doğru söylemek, tek başına doğru yapmak değildir. Doğru olan, unvanla birlikte sorumluluğu adil dağıtmaktır.

Forumun ateşini yakacak sorular

— “Pratisyen hekim” unvanını, kurumlar görünmez bir tampon olarak kullanıp gerçek yetki devrinden mi kaçıyor?

— Asistanlığa geçişin bu kadar teşvik edilmesi, pratisyenliği “geçersizleşen” bir meslek dalına mı dönüştürüyor?

— Kırsalda tek başına nöbet, sistemin yeni mezuna bıraktığı etik bir kumar mı?

— Performans ölçütlerine empati ve kötü haber verme becerisi girmedikçe, hastaya karşı dürüst ve sürdürülebilir bir bakım mümkün mü?

— Eğitimde “köprü yılı”nı zorunlu tutmak, hekim göçünü azaltır mı, yoksa baskıyı artırır mı?

— Ekiplerde erkek-kadın yaklaşımı diye anılan eğilimleri, rol dengelemesiyle avantaja çevirmenin somut yolu ne olmalı?

Son söz: Unvan doğruysa gerisi gelir mi?

Unvan, yola koyulmak için gereklidir; ama varış için yeterli değildir. “Yeni mezun olan doktorlara ne denir?” sorusu, dil bilgisi kadar yönetişim sorusudur. “Pratisyen hekim” diyorsak, pratikte güvenceleri, mentorluk ağını, hatadan öğrenme kültürünü ve hasta iletişimini aynı cümlede kurabilmeliyiz. Aksi hâlde, başlıktaki kelimeyi düzelterek vicdanımızı rahatlatır, sahada aynı kırılgan hikâyeyi tekrarlarız. Şimdi top sizde: Unvana mı takılalım, unvanın arkasındaki sistemi mi yeniden yazalım?